Tarih içerisinde dini, siyasi ve ekonomik açıdan çeşitli dalgalanmalarla gelişen kahve kültürü; günümüzde popüler kültürün bir metası olarak üretilip sunulan ve bu bağlamda tüketilen bir unsur haline gelmiştir. Dünya Kahve Tüketim raporu 2018’e göre; Türkiye’de son 5 yılda %13,2 artış gösteren kahve tüketimi, 93,9 bin tona ulaştı. Peki bu şekilde Türkiye’de ve dünyada hızla büyüyen kahve endüstrileri, tüketimi ve popülerliği her zaman bu şekilde miydi? Küresel kahve zincirini oluşturan, yüklü miktarlarda yeşil çekirdek alımı yapan Karft Foods Group, Nestle, Sara Lee, Procter & Gamble, Tchibo ve tabii ki dünyanın en büyük özel üretim kahve kavurucusu ve tahmisçisi Starbucks Coffee Company gibi şirketler kahveyi markalaştırmadan ve küresel çapta pazarlama kampanyalarıyla başarıları yakalamadan önce hangi amaçlar için tüketiliyordu? Espresso, cappuccino, caffè misto gibi dilimize yerleşmiş içecek isimlerinden çok önce kahvenin tarihi ve hikayesi hangi coğrafyada başlıyordu? Tüm bu sorularımız aslında kahvenin insanlarla ilk olarak nasıl buluştuğunu ve bu başlangıç sürecinde bir ihtiyaç mamülü olarak tüketilirken kahvenin kıtalar aşarak farklı toplumların kültürlerinde tekrar tekrar nasıl var olduğunu açıklamak içindir.
Bilindiği üzere kahve, hafif narkotik ürünler (alkol, sigara vb.) skalasına dahil olacak kadar belirli bir düzeyde bağımlılık yapmasıyla ve içerisinde barındırdığı kafein maddesinin insanları daha dinç tutması gibi etken içerikleri sebebiyle tüketilmeye başlanmıştır. Birçok kaynakta belirtildiği üzere kahvenin tarihçesi Etiyopya’da başlar. “Kaldi isimli Etiyopyalı bir keçi çobanı, bir gün en iyi keçisinin dans ettiğini ve deli gibi melediğini fark eder. Bu, yaşlı erkek keçinin belirli bir bitkinin meyvelerini yemesinden sonra olur. Keçi çobanı da meyvelerden birkaçını ağzına atar ve çok geçmeden kendiside dans etmeye başlar. Oralarda dolaşan bir rahip bunu görünce çobana neden bir keçiyle dans ettiğini sorar. Keçi çobanı da durumu izah eder. Sonra rahip Meyvelerden bir kaçını evine götürür ve onları yedikten sonra uyuyamadığını fark eder. Tesadüfe bakın ki bu rahip bütün gece süren, oldukça sıkıcı vaazlarıyla ünlüdür ve öğrencilerini uyanık tutmakta zorlanmaktadır. Meyvelerin uykusunu açtığını görünce, “dervişler” denen öğrencilerine vaazdan önce çekirdekleri çiğnemelerini söyler. Dervişlerin bir daha vaaz sırasında uykusu gelmez ve hayret uyandıran irfanıyla insanları sabaha kadar uyanık tutan bu büyük din adamıyla ilgili rivayet çevreye yayılır.” Anlaşılacağı üzere kahve yenilerek tüketilmeye başlanmıştır. Dini vaazlarda, o dönem Etiyopya coğrafyasında bulunan yerli kabilelerce savaş öncesi daha dinç kalmak için belli başlı sebeblerden ötürü yenilen kahve meyvesinin tarihi MS. 700 ila 800’lü yıllara dayanır. Ancak, kahvenin içilmesi bu kadar eskiye dayanmıyor. İçilen ilk kahvelerin kati olması muhtemeldir. Kati kavrulmuş kahve yapraklarıyla hazırlanan bir karışımdır. Peki çekirdekler nasıl içildi diyecek olursak bu mesele biraz karışıktır. Bir dönem Habeşistan olarak anılan bölgede yer alan sufi Ebul-Hasan Şâzeli yada müritlerinden biri tarafından kavrulmamış çekirdeklerin kahve yapraklarından yapılan karışımın içerisine eklendiğini öne süren farklı hikayeler ve teoriler bulunmaktadır.
Belirli bir dönem Habeşistan - Etiyopya topraklarından kullanılan kahve bu coğrafyaya en yakın ticaret limanı olan Mocha (Muha) Limanına ulaşır. Günümüzde “mocha” adıyla anılan çikolatalı kahve adını buradan alır. Görünen o ki, 1200’lü yıllarda. Şâzeli adında Müslüman bir dervişin kahveyi ilk kez demlediği yer yine Muha’ydı. Aslında Şâzelilik bir sufi tarikatıdır. 1200 ila 1500 yılları arasında bir avuç Şâzeli dervişi kahve kokulu dini deneyimler yaşayarak Arap yarım adası çevresinde gezinmişlerdir. Hatta İspanya’ya kadar yayıldıklarını söylemek mümkündür Cezayir bölgesinde “bir fincan Şâzeli” diye isteyebileceğiniz bir kahve türüylede yakından alakalıdırlar. Osmanlı İmparatorluğu Yemen’i fethettiğinde İslam dünyasının her noktasında Muha kahvesi oldukça popülerdi ve kahve bu sayede Osmanlı’ya ve İstanbul’a gelir. Kısa sürede hem saray içerisinde hemde halk arasında kahve popüler bir tüketim mamülü haline gelmiştir. Günümüz ticaret dengelerinin tam tersinin geçerli olduğu bir yüzyılda İngiliz Tüccar John Jourdain şöyle yazmıştı: “Muha’daki ürünler o kadar pahalı ki büyük Kahireli tüccarlara verdikleri fiyatlar üzerinden bizim anlaşmamızın imkanı yok.” O dönem Muha limanı için yapılan betimlemelerde liman boyunca kahve saraylarının varlığından ve görevi kafirlerin değerli kahve meyvelerini çalmasına engel olmak olan özel bir ordunun varlığından bahsedilmektedir. On sekizinci yüzyıla kadar kahve üretimi ve ticaretinde başı Avrupalılar değil Yemenliler çekmekteydi. İşte “Kahve Yemen'den Gelir” türküsünün kaynağıda burasıdır. Evliya Çelebi’nin kitabında bahsettiği üzere kısa zamanda çoğalan kahvehaneler ve kahve içimi Osmanlı ahalisi arasında çok olumlu sonuçlar yaratsada saray erkanını endişeye ve önlemler almaya sevk etmiştir. Kahvenin padişahlarca yasaklanışı ve Şeyhülislam’ın yasak fetvaları kahvenin sosyal yaşam içerisindeki yerini sarsıyordu. Bu yasaklardaki temel sebep kıraathanelerde toplanan ahalinin devlet ve siyaset konularını eleştirmeye başlamış olması ve halk içinde yönetimi eleştiren homurtulara sebebiyet veriyor olmasıydı. Kanuni Sultan Süleyman ile başlayan yasaklanma süreci farklı padişahlar döneminde tekerrür etmiştir. Kahve saray tarafından tebaya her ne kadar yasaklanmış olsada, saray içerisinde oldukça önemli bir yere sahipti. Bir zenginlik göstergesiydi, seremoni şeklinde tüketilirdi. Kahve İslam coğrafyasında bu denli tüketilirken ve sosyal yaşamı etkilerken gayrimüslim ülkelerde bu denli bilinmiyor ve tüketilmiyordu.
Kahve bitkisini yetiştiren ilk gayrimüslim ülke çoğu insanın kahveyle hiç mi hiç ilişkilendirmediği Hindistan’dır. Farklı kaynaklarda bahsedildiği üzere Hintli bir sufi olan Hazret Şah Cemer, hacca gider ve burada dini törenlerde kahve kulanan sufilerle tanışır. Yeşil kahve çekirdeklerini yasak yollarla Arap Yarımadasından çıkararak Orta Hindistan’ın güneyindeki sufi dostlarıyla paylaşmak için yanında götüren Şah Cemer bitkiyi gizlice Hindistan'a sokar. Bu tohumlar, Hollandalı Kaptan Adrian Van Ommeren’in Endonezya’nın büyük kahve plantasyonlarını kurmak için kullandığı fidelerin kaynağı olduğu düşünülüyor. Bazı kahve tarihçilerine göreyse kahve çekirdeğini ilk kez 1680’li yıllarda Hindistan bölgesine getirenin Hollanda olduğu düşünülmektedir. Bu görüşe göre bir Hollandalı Yemen’den fide kaçırıp kolonilerinde kahve plantasyonları kurmuştu. Böylelikle Endonezya ve Hindistan’da kahve yetişmeye başlamıştı. Her iki görüştede kahvenin dünya çapında ticarileşme sürecinde Hollanda etkisi göz ardı edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Fransa ise Hollanda’dan aldığı hediye kahve fideleriyle bu yarışa katılmıştır. Ancak, Ne Hollandalılar, ne Fransızlar nede Etiyopyalılar kahveyi dünyanın en popüler uyuşturucusu haline getirmiştir. Kahvenin Avrupa coğrafyasında yaygınlaşmasını sağlayanlar Türklerdir.
Osmanlı’nın en parlak döneminde Muha limanını kontrol edenler Türklerdi ve Osmanlı’nın Viyana kuşatmasından geri çekilirken bıraktığı çuvallarca kahve çekirdeği hali hazırda Türk tüccarlarca Adriyatik kıyılarında kahve bağımlısı haline getirilmiş ahaliye mükemmel bir ortam sunmuştur. Rivayetlere göre Osmanlı içerisinde bulunan Avusturyalı casus veya casuslar Osmanlının bıraktığı çekirdekleri kendilerine alarak işlemiş ve kahveyi Viyanılarla tanıştırmıştır. Bu sayede Avrupa içerisindeki yayılımda ciddi bir başlangıç olmuştur. Viyana Kafeler Derneği Başkanı’na göre kahveye süt ve krema eklemenin yaygınlaştığı yer Viyana’ydı. Ancak, bu bir varsayım. Bilinene tek şey Avrupa’nın geliştirdiği bir şey olmasıydı. Çünkü müslüman coğrafyasında kahveye süt katmanın cüzama sebep olduğuna inanılıyordu. Ayrıca, Londra’nın eski kahve toplumunun sütü pek kullanmadığıda biliniyor. Bu da İtalyanlar ya da Viyanalıları en muhtemel yenilikçiler yapıyor. Çünkü her iki toplumda Avrupa kıtasının en eski kahve tüketicileriydi. Kahve bu coğrafyada yoluna son hızla devam etmiştir. Avrupa’dan Amerika’ya geçişi ise 19. Yüzyılda Gabriel Mathieu de Clieu adlı bir deniz subayı tarafından yapılmıştır. Buradan bütün Amerika kıtasına yayılır. Özellikle Brezilya’ya geçisi ve sonrasında bir ağaç hastalığı yüzünden bir çok ülkenin kahve bitkisi zarar görmüşken Brezilya ciddi bir avantaj elde etmiş ve en büyük üretici haline gelmiştir.
Kahve endüstrisinin pazarlama başarısı olmadan önce artık bilindiği gibi kahve sufilerin ayinlerinde, askerlerin savaş öncesi hazırlıklarında, sosyal yaşamda sohbet ortamlarında toplumdan topluma farklı şekillerde tüketilmiştir. Büyük kahve tahmisçilerinin pazarlama kampanyalarında sınıf kimliklerini kullanmışlarıdır. Geniş çaplı fast food zincirleri çoğu zaman mavi yaka işçileri ve banliyö sakinlerini hedefleyerek kahve tüketimini pompalamış ve hızla gelişmesini sağlamıştır. Bir diğer açıdan bakacak olursak Starbucks gibi özel üretim kahve tahmisçileri ise pazarlama kampanyaları ve marka stratejilerinde beyaz yaka çalışanları ve kentli kimlikleri ön plana çıkartmıştır. En başarılı kahve ve yiyecek zincirleri toplum içerisindeki bu sınıfsal farkları kurnazca kullanarak gerektiğinde toplumsal cinsiyet yüklü gerektiğinde milliyetçilikle özdeşleşmiş toplum değerleri ve mitleriyle iç içe örülmüş kampanyalar yürütmüşlerdir. Kahve, günümüzde popüler kültürün bir metası olarak üretilip sunulan ve bu bağlamda tüketilen bir unsur haline geliyor. Ayrıca, ağırlıklı olarak sunumu yapılan mekanın dekorasyon tarzına, marka bilinirliğine ve kahve çekirdekleriyle aşk yaşayan baristaların şairane anlatılarına yönelik tercih ediliyor.
Comments